Aklımdaki yabanda geceleme fikrini ilk kez gerçekleştirdim.
Normalde her gün dışarıda çalıştığım ve çalışırken günlük 50-60 kişi ile temas ettiğimden bu kovid kısıtlamaları ve evden çalışmak beni çok darladı.
Kapıda Subaru Forester olunca, biraz da YouTube’da izlediğim videolardan aldığım ilhamla araba için ihtiyacım olan ek yatacak yer ve mutfak kısmını yapıp ilk müsait günü sabırla bekledim. Cuma günü dersim yok, Perşembe günü öğlen biten derslerimin ardından bir hızla eşyaları arabaya yükleyip yola çıktım.
Hedef İnönü Yaylası idi. Yaylaya çıkarken Başiskele Kirazdere barajı üzerinden giden yolu kullandım Yolun son 10 km’si hariç harika bir yol ve manzara eşliğinde yaklaşık 30 km yol aldım. Bahsettiğim 10 km toprak yol ve yolun kötü olduğunu daha önce haber almıştım. Yine de, yavaş giderim diyerek yoldan sürmeyi göze almıştım. Toprak yolun genişliği nerede ise ancak bir araç geçecek kadar ve yolun diğer yanı her hangi bir bariyer olmadan uçurum. Sonuçta araç 4 çeker, arabaya güveniyorum. Toprak yolun 3. km’sinden itibaren zemin çamurlaşmaya başladı. Hava yağmurlu değildi. Her halde dağdan gelen su yolları bu hale getirmiş dedim kendi kendime. Yol gittikçe dikleşip virajlar keskinleştikçe yolda çamur vıcık vıcık olmaya başladı. Lastikler normal yazlık lastik, hoş kışlık da olsa ya da A/T o çamurda şansları bence aynıdır. Sonuçta çamur lastik gözeneklerini dolduracaktır. 1. 2. viteste dua okuya okuya yola devam ettim. Dönecek kadar genişlik olmadığı gibi, tırmanmayı rampa aşağı frenlemeye daha emniyetli olduğuna kanaat getirdim.
Yolda tabela vardı, “üretim ve kesim yeridir, girmek yasaktır” diye . Anlaşılan o bölge orman ürünlerinin üretilip kesilerek toplandığı yermiş. Yolda kocaman bir sarı kamyon görünce yoldaki cıvık cıvık çamurun sebebi anlaşıldı. Kesilen ağaçları taşıyan kamyonlar yolu o hale getirmiş olmalıydı. Allaha şükür yaylaya vardım ve rahat bir nefes aldım. Yaylanın diğer yolu Pamukova üzerinden gelen yoldu ve dönerken emniyet açısından o yolu kullanmaya karar verdim.
Yaylanın kuzey girişinde baraka tipi bir kaç ev var. Güney girişinde ise tuvaletler var. Yaylayı bir baştan diğer başa gezip arabayı park edeceğim yeri seçtim. Yaylanın ortasında hayvanların su içebileceği bir yalak yapmışlar. Yalağın başında da bir musluksuz borudan ince ince su akmakta. Gecelemek için ideal dedim. Ufak baltayı alıp kenardan çalı çırpı topladım. Daha önce kamp yapanların oluşturdukları ateş ocağında ateş yaktım. Suyu ısıtıp kendime kahve yaptım. Saat 3 sıralarıydı ortada kimse yok. Hava kış değil bahar havası. Ateşin başında oturup kahvemi içtim.
Saatler ilerledikçe karnım acıkmaya başladı. Hava kararmadan yemek işini halledeyim dedim. Kendime hindi tandır, sucuk almıştım. Nasıl olsa 1 gece kalacağımdan o kadar yiyecek almaya gerek duymamıştım. Hindi ve sucuğu çıkarırken yumurtayı unuttuğumu fark ettim. Neyse bir gece can sıkmaya değmezdi. Yemeğimi yedim, bulaşıkları yıkadım. Çayı demlediğimde hava kararmıştı. Çayı termosa koydum. Ortalığı toparlayıp arabaya girdim.
Isınmak için elektrikli battaniye, termofor ve uyku tulumum vardı. Termofara sıcak suyu doldurup uyku tulumunun içine koydum. Dışarısı baya serinledi, uyku tulumun içi sıcacık. Camlar buğu tutmaya başladı. Okuduklarımdan, araç içi nefesin yoğuşmasından haberdardım. Ön camı çok az araladım. Yoğuşma rahatsız etmeyecek raddede.
Ortalık zifiri karanlık. Hava bulutlu. Ortalıkta bırak yabani hayvanı, köpek bile görmemişim.
Ayıların uykuda olmasına güveniyorum ama bu sıcak havadan uyuyamamış olabilirlerdi. Çakal ve kurtlar yabanda boldu. Gitmeden önce YouTube’dan çakal seslerini dinleyerek kulağımı eğitmiştim. Gece bastırmış ama ortalıkta hiç bir ses yok. Şaşırmadım desem yalan olur. Yaban hayatı bizim mahallede yayladan daha fazla sanki.
Neyse yanımda tüfeğim var. Arabanın içindeyim. Tüfeğim var ama bir kere atış için çıkardım, iki üç el ateş ettim ve kutusuna koydum. Tüfeğin evde olmasını gerekli buluyorum. Kurtuluş savaşı sırasında milletin evinde tüfek olmasaydı kuvayı milliye de olmazdı. Koskoca Osmanlının o şekilde çakallarca paylaşılacağını halk aklına getirir miydi , getirmezdi elbet. Ben de tedbiren evde av tüfeği bulunduruyorum. Ama dediğim gibi, bir kez nasıl kullanırım diye atış yaptım. Fişeklere ve tüfeğe bir daha dokunmadım. Gereksiz yere, eğlence niyetine havaya fişek sıkmayı ziyan görürüm.
Yaylaya çıkarken tüfeği almak feraset gereği. İki kutu da fişek aldım. Arabada duruyor. Hava kararmadan önce tüfeği kutudan çıkardım. Şarjörlerden birine bir kaç fişek taktım. Tüfek yatağın kenarında şarjör ön koltukta yattım. Saat 9 oldu. Uykum gelmeye başladı. Yattım, klasik tuvalet ihtiyacı, küçük su dökmem gerek ama o zifiri karanlıkta zihnimde çakal ve kurt sürüleri canlanmış, bayaa bir sabrettim ama olmayacak. Açtım kapıyı, ayakkabıları giy, kafa lambasını yak, eüzü besmeleyi çekip kötü şeylerden Allaha sığınıp çıktım dışarı. Hava serin. Tek ışık kafa lambam. Ortalıkta çıt yok. Bulutlar olmasa saman yolunu ne güzel izlerdim. Neyse ihtiyacımı görüp araca girdim. Ama uyku kaçtı havanın serinliği ve mini adrenalin salgınından. Tableti açtım, bir dizi açtım izlemeğe. Saat 11’i geçti uykum geldi. Elektrikli battaniyeyi açtım. Aslında ihtiyaç duymamıştım. Termofor yeterince sıcaklık veriyordu. Ama battaniyeyi de denemek istiyordum. Battaniyeyi arabanın aküsüne emniyet açısından bağlamadım. Yanımda Seattan çıkardığım eski aküm var. Akü eski ama zamanınca boşuna erken yenilemişim. 1-2 yıllık daha ömrü varmış akünün, bu başka bir hikaye. Bu sebeple aküyü atmamıştım. 70 amper ama o kadar kuvvetli değildir, ne de olsa 3-4 sene kullanılmış akü. Battaniyeyi bu aküye bağladım. Battaniye sıcacık. Yine uykum geldi. Uyur uyanık durumdayım birden kuvvetli bir ışık huzmesini arabanın içinde hızla geçmesi ile kendime geldim. Baktım uzaktan iki ışık arabaya doğru geliyor. Aslında yolda yürüyorlar ama benim araçta yoldan 2 metre dışarda. Kim bunlar acaba derken vücudumda adrenalin yükselmeye başladı. Tüfeği karanlıkta buldum. Şarjörü de ön koltuktan tedbiren yanıma aldım. Işıklar arabanın yanından geçerken bir iki kez arabanın içine döndü. Camlar buğulu olduğundan içeri görünmüyordur. Adamlar yürüyerek yaylanın Güney girişine doğru devam ettiler. Aceleleri yok, kuvvetli el fenerleri ile çevreyi izleye izleye yürüyorlar. Ara ara duraklayıp bazı yerlere daha dikkatle bakıyorlar, bu arada ben de arabanın içinden onları izliyorum. Sakinim ama kalp atışlarımı duyuyorum. Adrenalin tavan yapmış durumda yani. Neyse , adamlar bayağı uzaklaştı hatta ışıkları artık görünmüyor. Yeniden yatıp uyumağa çalışırken yeniden ışıkları fark edip alarma geçtim. Işıklar benim yönüme doğru yaklaşıyor. Neyse yanımdan geçip gittiler derken durup ışıklarını arabaya doğrulttular. Bir tanesi arabaya yaklaşıp seslendi. Ses tonundan adamların hırlı oldukları belli oldu. Yaklaşıp kendini tanıttı. Benim kim olduğumu sordu. Ben de onlara yanıt verince onlar da rahatladılar. Bir ihtiyacım var mı diye sordular. Yaylanın kuzey girişindeki evlerde oturuyorlarmış. Bir şeye ihtiyaç duyarsam gelmemi istedilet ve hayırlı geceler dileyip gittiler. Gecenin en büyük adrenalin kaynağı bu oldu benim için. Bir iki kere daha dışarı çıkmak zorunda kaldım ama bu sefer yabani hayvan endişesi kalmadı. Sadece soğuğun verdiği rahatsızlık. 1:30’u geçmişti ki uykuya dalmışım.
Sabah uyandığımda gün ışımamıştı. Ama ağarmaya başlamıştı. Biraz araba içinde vakit geçirip tembellik ettim. Sonra giyinip dışarı çıktım. Hava sabah serinliği, ne var ki kıyafetlerim beni soğuktan gayet rahat korumakta. Çeşmeden akan sudan çaydanlığı doldurdum. Masayı sandalyeyi dışarı kurdum. Çaydanlığı ocağa koydum. Ateşi yeniden harladım. Su kaynadı. Çayı demledim. Kahvaltıyı hazırladım. Yemeği yedikten sonra yeniden su kaynatıp kahveyi demleyerek termosa koydum. Ortalığı toparladım. Her şeyi arabaya yükledim.
Gitmeden önce çevreyi gezmek istiyordum. Tüfeği aldım, şarjörü taktım. Namluya fişeği sürmedim. Emniyet kapalı. Tüfekte tek noktadan kayış var. Daha önce hiç bu tip kayış kullanmamıştım. İlk denemede yadırgadığımdan iki noktadan kayış almağa niyetlenmiş fakat vakit yokluğundan alamamıştım. İyi ki de almamışım, yürüyüş sırasında kullanımına alıştım. Yaylayı bir baştan bir başa dolaştım. Orada bulunan bir mağara var. Mağaranın ağzına kadar gittim, ama bir gezide yaşamağı kaldırabileceğim kadar adrenalin yaşadığımdan kapısından döndüm. Saat 11’e yaklaşırken kontağa basıp yola çıktım. Direksiyonu güney girişine kırıp Pamukova’ya doğru yola çıktım. 4-5 km toprak yol vardı. Bir gün öncekiyle kıyaslanmayacak yoğunlukta çamur vardı yolda. Pamukova’ya kadar manzarası çok güzel bir iniş vardı. Pamukova’dan itibaren basıp geldim. Eve gelmeden önce uğradığım benzinlikte arabayı çamurlarından arındırdım.
Hayatımda ilk defa yaşadığım bir çok şey oldu, şimdi düşününce aklı başında bir insan bu kadar ilki bir anda tek başına yaşamaz diyorum, ama dedim ya nasıl bunaldıysam artık, işte böyle.
Şimdilik iki video, yarın araba kamerasından yol görüntülerini alırsam onları da paylaşırım. Okuyanlara teşekkür ederim.
https://youtu.be/Q7-omGpc7-o
https://youtu.be/Qqv6Ct2StP4
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
Normalde her gün dışarıda çalıştığım ve çalışırken günlük 50-60 kişi ile temas ettiğimden bu kovid kısıtlamaları ve evden çalışmak beni çok darladı.
Kapıda Subaru Forester olunca, biraz da YouTube’da izlediğim videolardan aldığım ilhamla araba için ihtiyacım olan ek yatacak yer ve mutfak kısmını yapıp ilk müsait günü sabırla bekledim. Cuma günü dersim yok, Perşembe günü öğlen biten derslerimin ardından bir hızla eşyaları arabaya yükleyip yola çıktım.
Hedef İnönü Yaylası idi. Yaylaya çıkarken Başiskele Kirazdere barajı üzerinden giden yolu kullandım Yolun son 10 km’si hariç harika bir yol ve manzara eşliğinde yaklaşık 30 km yol aldım. Bahsettiğim 10 km toprak yol ve yolun kötü olduğunu daha önce haber almıştım. Yine de, yavaş giderim diyerek yoldan sürmeyi göze almıştım. Toprak yolun genişliği nerede ise ancak bir araç geçecek kadar ve yolun diğer yanı her hangi bir bariyer olmadan uçurum. Sonuçta araç 4 çeker, arabaya güveniyorum. Toprak yolun 3. km’sinden itibaren zemin çamurlaşmaya başladı. Hava yağmurlu değildi. Her halde dağdan gelen su yolları bu hale getirmiş dedim kendi kendime. Yol gittikçe dikleşip virajlar keskinleştikçe yolda çamur vıcık vıcık olmaya başladı. Lastikler normal yazlık lastik, hoş kışlık da olsa ya da A/T o çamurda şansları bence aynıdır. Sonuçta çamur lastik gözeneklerini dolduracaktır. 1. 2. viteste dua okuya okuya yola devam ettim. Dönecek kadar genişlik olmadığı gibi, tırmanmayı rampa aşağı frenlemeye daha emniyetli olduğuna kanaat getirdim.
Yolda tabela vardı, “üretim ve kesim yeridir, girmek yasaktır” diye . Anlaşılan o bölge orman ürünlerinin üretilip kesilerek toplandığı yermiş. Yolda kocaman bir sarı kamyon görünce yoldaki cıvık cıvık çamurun sebebi anlaşıldı. Kesilen ağaçları taşıyan kamyonlar yolu o hale getirmiş olmalıydı. Allaha şükür yaylaya vardım ve rahat bir nefes aldım. Yaylanın diğer yolu Pamukova üzerinden gelen yoldu ve dönerken emniyet açısından o yolu kullanmaya karar verdim.
Yaylanın kuzey girişinde baraka tipi bir kaç ev var. Güney girişinde ise tuvaletler var. Yaylayı bir baştan diğer başa gezip arabayı park edeceğim yeri seçtim. Yaylanın ortasında hayvanların su içebileceği bir yalak yapmışlar. Yalağın başında da bir musluksuz borudan ince ince su akmakta. Gecelemek için ideal dedim. Ufak baltayı alıp kenardan çalı çırpı topladım. Daha önce kamp yapanların oluşturdukları ateş ocağında ateş yaktım. Suyu ısıtıp kendime kahve yaptım. Saat 3 sıralarıydı ortada kimse yok. Hava kış değil bahar havası. Ateşin başında oturup kahvemi içtim.
Saatler ilerledikçe karnım acıkmaya başladı. Hava kararmadan yemek işini halledeyim dedim. Kendime hindi tandır, sucuk almıştım. Nasıl olsa 1 gece kalacağımdan o kadar yiyecek almaya gerek duymamıştım. Hindi ve sucuğu çıkarırken yumurtayı unuttuğumu fark ettim. Neyse bir gece can sıkmaya değmezdi. Yemeğimi yedim, bulaşıkları yıkadım. Çayı demlediğimde hava kararmıştı. Çayı termosa koydum. Ortalığı toparlayıp arabaya girdim.
Isınmak için elektrikli battaniye, termofor ve uyku tulumum vardı. Termofara sıcak suyu doldurup uyku tulumunun içine koydum. Dışarısı baya serinledi, uyku tulumun içi sıcacık. Camlar buğu tutmaya başladı. Okuduklarımdan, araç içi nefesin yoğuşmasından haberdardım. Ön camı çok az araladım. Yoğuşma rahatsız etmeyecek raddede.
Ortalık zifiri karanlık. Hava bulutlu. Ortalıkta bırak yabani hayvanı, köpek bile görmemişim.
Ayıların uykuda olmasına güveniyorum ama bu sıcak havadan uyuyamamış olabilirlerdi. Çakal ve kurtlar yabanda boldu. Gitmeden önce YouTube’dan çakal seslerini dinleyerek kulağımı eğitmiştim. Gece bastırmış ama ortalıkta hiç bir ses yok. Şaşırmadım desem yalan olur. Yaban hayatı bizim mahallede yayladan daha fazla sanki.
Neyse yanımda tüfeğim var. Arabanın içindeyim. Tüfeğim var ama bir kere atış için çıkardım, iki üç el ateş ettim ve kutusuna koydum. Tüfeğin evde olmasını gerekli buluyorum. Kurtuluş savaşı sırasında milletin evinde tüfek olmasaydı kuvayı milliye de olmazdı. Koskoca Osmanlının o şekilde çakallarca paylaşılacağını halk aklına getirir miydi , getirmezdi elbet. Ben de tedbiren evde av tüfeği bulunduruyorum. Ama dediğim gibi, bir kez nasıl kullanırım diye atış yaptım. Fişeklere ve tüfeğe bir daha dokunmadım. Gereksiz yere, eğlence niyetine havaya fişek sıkmayı ziyan görürüm.
Yaylaya çıkarken tüfeği almak feraset gereği. İki kutu da fişek aldım. Arabada duruyor. Hava kararmadan önce tüfeği kutudan çıkardım. Şarjörlerden birine bir kaç fişek taktım. Tüfek yatağın kenarında şarjör ön koltukta yattım. Saat 9 oldu. Uykum gelmeye başladı. Yattım, klasik tuvalet ihtiyacı, küçük su dökmem gerek ama o zifiri karanlıkta zihnimde çakal ve kurt sürüleri canlanmış, bayaa bir sabrettim ama olmayacak. Açtım kapıyı, ayakkabıları giy, kafa lambasını yak, eüzü besmeleyi çekip kötü şeylerden Allaha sığınıp çıktım dışarı. Hava serin. Tek ışık kafa lambam. Ortalıkta çıt yok. Bulutlar olmasa saman yolunu ne güzel izlerdim. Neyse ihtiyacımı görüp araca girdim. Ama uyku kaçtı havanın serinliği ve mini adrenalin salgınından. Tableti açtım, bir dizi açtım izlemeğe. Saat 11’i geçti uykum geldi. Elektrikli battaniyeyi açtım. Aslında ihtiyaç duymamıştım. Termofor yeterince sıcaklık veriyordu. Ama battaniyeyi de denemek istiyordum. Battaniyeyi arabanın aküsüne emniyet açısından bağlamadım. Yanımda Seattan çıkardığım eski aküm var. Akü eski ama zamanınca boşuna erken yenilemişim. 1-2 yıllık daha ömrü varmış akünün, bu başka bir hikaye. Bu sebeple aküyü atmamıştım. 70 amper ama o kadar kuvvetli değildir, ne de olsa 3-4 sene kullanılmış akü. Battaniyeyi bu aküye bağladım. Battaniye sıcacık. Yine uykum geldi. Uyur uyanık durumdayım birden kuvvetli bir ışık huzmesini arabanın içinde hızla geçmesi ile kendime geldim. Baktım uzaktan iki ışık arabaya doğru geliyor. Aslında yolda yürüyorlar ama benim araçta yoldan 2 metre dışarda. Kim bunlar acaba derken vücudumda adrenalin yükselmeye başladı. Tüfeği karanlıkta buldum. Şarjörü de ön koltuktan tedbiren yanıma aldım. Işıklar arabanın yanından geçerken bir iki kez arabanın içine döndü. Camlar buğulu olduğundan içeri görünmüyordur. Adamlar yürüyerek yaylanın Güney girişine doğru devam ettiler. Aceleleri yok, kuvvetli el fenerleri ile çevreyi izleye izleye yürüyorlar. Ara ara duraklayıp bazı yerlere daha dikkatle bakıyorlar, bu arada ben de arabanın içinden onları izliyorum. Sakinim ama kalp atışlarımı duyuyorum. Adrenalin tavan yapmış durumda yani. Neyse , adamlar bayağı uzaklaştı hatta ışıkları artık görünmüyor. Yeniden yatıp uyumağa çalışırken yeniden ışıkları fark edip alarma geçtim. Işıklar benim yönüme doğru yaklaşıyor. Neyse yanımdan geçip gittiler derken durup ışıklarını arabaya doğrulttular. Bir tanesi arabaya yaklaşıp seslendi. Ses tonundan adamların hırlı oldukları belli oldu. Yaklaşıp kendini tanıttı. Benim kim olduğumu sordu. Ben de onlara yanıt verince onlar da rahatladılar. Bir ihtiyacım var mı diye sordular. Yaylanın kuzey girişindeki evlerde oturuyorlarmış. Bir şeye ihtiyaç duyarsam gelmemi istedilet ve hayırlı geceler dileyip gittiler. Gecenin en büyük adrenalin kaynağı bu oldu benim için. Bir iki kere daha dışarı çıkmak zorunda kaldım ama bu sefer yabani hayvan endişesi kalmadı. Sadece soğuğun verdiği rahatsızlık. 1:30’u geçmişti ki uykuya dalmışım.
Sabah uyandığımda gün ışımamıştı. Ama ağarmaya başlamıştı. Biraz araba içinde vakit geçirip tembellik ettim. Sonra giyinip dışarı çıktım. Hava sabah serinliği, ne var ki kıyafetlerim beni soğuktan gayet rahat korumakta. Çeşmeden akan sudan çaydanlığı doldurdum. Masayı sandalyeyi dışarı kurdum. Çaydanlığı ocağa koydum. Ateşi yeniden harladım. Su kaynadı. Çayı demledim. Kahvaltıyı hazırladım. Yemeği yedikten sonra yeniden su kaynatıp kahveyi demleyerek termosa koydum. Ortalığı toparladım. Her şeyi arabaya yükledim.
Gitmeden önce çevreyi gezmek istiyordum. Tüfeği aldım, şarjörü taktım. Namluya fişeği sürmedim. Emniyet kapalı. Tüfekte tek noktadan kayış var. Daha önce hiç bu tip kayış kullanmamıştım. İlk denemede yadırgadığımdan iki noktadan kayış almağa niyetlenmiş fakat vakit yokluğundan alamamıştım. İyi ki de almamışım, yürüyüş sırasında kullanımına alıştım. Yaylayı bir baştan bir başa dolaştım. Orada bulunan bir mağara var. Mağaranın ağzına kadar gittim, ama bir gezide yaşamağı kaldırabileceğim kadar adrenalin yaşadığımdan kapısından döndüm. Saat 11’e yaklaşırken kontağa basıp yola çıktım. Direksiyonu güney girişine kırıp Pamukova’ya doğru yola çıktım. 4-5 km toprak yol vardı. Bir gün öncekiyle kıyaslanmayacak yoğunlukta çamur vardı yolda. Pamukova’ya kadar manzarası çok güzel bir iniş vardı. Pamukova’dan itibaren basıp geldim. Eve gelmeden önce uğradığım benzinlikte arabayı çamurlarından arındırdım.
Hayatımda ilk defa yaşadığım bir çok şey oldu, şimdi düşününce aklı başında bir insan bu kadar ilki bir anda tek başına yaşamaz diyorum, ama dedim ya nasıl bunaldıysam artık, işte böyle.
Şimdilik iki video, yarın araba kamerasından yol görüntülerini alırsam onları da paylaşırım. Okuyanlara teşekkür ederim.
https://youtu.be/Q7-omGpc7-o
https://youtu.be/Qqv6Ct2StP4
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi