Ve büyük macera tamamlandı. Azmettik, hırs yaptık, havayı kolladık ve bulduğumuz ilk fırsatta intikamımızı aldık. Evet daha önce çıkamadığımız Tobamzga yaylası artık bizim.
Videoda yaylayı insanoğlunun neden unuttuğunun cevabıda var.
Geri dönüş yolunda ise ufaktan bir parodi de var
En sonundaki soruma cevabınızı lütfen yorum olarak belirtiniz.
Not: Bundan sonra Forester offroad aracı değildir diyenin ağzına kürekle vururum
(28-07-2020, Saat: 09:07)furtherquiterdeeper demiş ki: Barış Bey, gerçekten Subaru'nun hakkını veriyorsunuz. Helal olsun. Sayenizde biz de güzellikler görüyoruz.
Subaru sağolsun bizi de sizler gibi bu güzelliklerle buluşturuyor. Ama videoyu izleyin sonuna kadar. Eğlenceli, aksiyonlu, yamyam sinekli, aşırı yorucu, göz gözü görmediği, Subaru’nun OED (otomatik eve dönüş) özelliğinin denendiği bir video oldu.
Baris Bey, bu kadar sert yollara ragmen, belki de normal arabayi ortadan ikiye ayiracak kadar sert cukurlara dusmenize ragmen yuruyen aksamda salincaklarda rot kollarinda ve diger suspansiyon parcalarinda hic bukulme egrilme bozulma yoksa ve bu arac bu kadar maceraya ve kirici yollara ragmen halen daha duz yolda ok gibi duzgun gidiyorsa, iste bu tek basina Subaru kalitesidir.
(28-07-2020, Saat: 10:21)oguzhaneren demiş ki: Baris Bey, bu kadar sert yollara ragmen, belki de normal arabayi ortadan ikiye ayiracak kadar sert cukurlara dusmenize ragmen yuruyen aksamda salincaklarda rot kollarinda ve diger suspansiyon parcalarinda hic bukulme egrilme bozulma yoksa ve bu arac bu kadar maceraya ve kirici yollara ragmen halen daha duz yolda ok gibi duzgun gidiyorsa, iste bu tek basina Subaru kalitesidir.
Sent from my iPhone using Tapatalk
Aynen öyle. Tek gitmenin verdiği rahatlıkla daha agresif olabildim. Eğer ikinci bir kişi olsa 2 saat 40 dakika süren yol, çok rahat 3,5-4 saat sürerdi. Ama Forester, ....... anlatacak kelime yok. Tam bir canavar. Asfaltta beyefendi arazide serseri.
(28-07-2020, Saat: 10:38)viskoz demiş ki: Barış abi mükemmel bir video olmuş. Kendim gezdim geldim sanki o kadar keyif aldım izlerken,eline sağlık sen forumun yaylalardan sorumlu Ceosusun )))
Redmi Note 7 cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
Eyvallah allah güç kuvvet ve benzin parası versin daha çok gezeriz yayla dere göl sahil. En kısa zamanda kendime dji osmo mobile 3 almam lazım. Tripdumu 2 gün önce Badara yaylasında öküz(hakaret değil hayvan olanı) kırdı. Tek iken daha fazla eğleniyorum ama tobamzgayla yarım kalan hesabı görelim derken kalacaktık neredeyse orada. Gölden yukarı çıkıp kendimi arabaya atana kadar ne çektim bir ben bilirim. 1-2 defa pes etme noktasına kadar geldim. Dedim uzanayım şuraya ne zaman ayılırsam o zaman devam ederim. Ama zor da olsa çıktık. Yaşımın artık 40 olduğunu unutmamam gerektiğini öğrendim.
Yüksek irtifada atmosfer basıncının azalması nedeniyle, solunan havadaki oksijen basıncı azalır. Bu durum vücudun özelllikle oksijene en duyarlı olan beyin, akciğer, göz vs. gibi organlarında kısmî veya tam oksijen yetersizliği (yani hipoksi ve anoksi) oluşmasına neden olur. Alçak irtifadan yükseğe çıkıldığında oluşan tabloya Akut Dağ Hastalığı ve sürekli yüksek irtifada yaşamaya bağlı bozukluklara da Kronik Dağ Hastalığı (tanımlıyan kişiye izafen Monge Hastalığı) denilmektedir. Dağ Hastalığı, genellikle 2400 metrenin üzerinde görülür. Kabaca oksijenin deniz düzeyinde 160 mmHg olan basıncı, 2000 metrede 125 mmHg’ye, 3000 metrede 110 mmHg’ye ve 4000 metrede ise 100 mmHg’nin altına kadar düşmektedir. Yükseklerde ortalama her 150 metrede ısı 1o C derece düşmektedir. Vücudumuz bu durumla başa çıkmak için hemen önlemler almaya başlar. Derin nefes alma, kalp hızının artması ve adrenalin, kortizon gibi bazı hormonların salınımında artış, kısa zamanda devreye giren mekanizmalardır.
Keşke bu yazıyı daha önce okusaymışım. En azından göle inerken yanıma bir ton yük almaz sadece suyumu alır giderdim. Deniz seviyesinden 1500 metre ve üzeri yüksek rakım olarak kabul edilir. Yüksek rakımda, bir takım önemli rahatsızlıklar meydana gelebilir. Bu rahatsızlıkların oluşması, kişide hastalık olup olmadığına (özellikle kalp ve/veya akciğer hastalığı), çıkma (tırmanma) hızına ve kişinin devamlı yaşadığı yerin rakımına bağlıdır.
Peki, yüksek rakım ne yapıyor da bu problemler ortaya çıkıyor?
Yukarılara doğru çıktıkça üzerimizde bulunan hava miktarı ve dolayısıyla ağırlığı (basıncı) azalıyor ve bununla birlikte de yoğunluğu azalıyor, hava daha gevşek, yani daha “ince” hale geliyor. Aynı zamanda hava yoğunluğunun azalmasıyla sıcaklık da azalıyor. Öyle ki her 150 metrede bir sıcaklık 1 derece santigrat azalıyor. Tabii bizi ilgilendiren, bizim için hayati öneme sahip olan oksijenin durumu. Oksijen havada %21 oranında bulunur. Yükseklikle birlikte oksijenin bu yüzdesi değişmez, fakat hava “inceldiği” için onun da basıncı düşer, böylece belli bir hacimdeki oksijen molekül sayısı azalır ve böylece yükseklikle orantılı olarak solunan havadaki oksijen azalır.
Yükseklikte yaşanan bütün problemler işte bu oksijen azlığı ile ilgilidir. Belli yüksekliklere belli sürelerde çıkılırsa yani organizmamıza uyum sağlanması için yeterli süre verilirse (aklimatizasyon) belli bir yüksekliğe kadar sorun çıkmayabilir. Ancak bu da belli bir yüksekliğe kadardır. 1500 metreye kadar çoğu insanda bir şikayet olmaz. Fakat bu yükseklikten sonra hareketle çabuk yorulmalar başlar. 2000 metreden sonra oksijen seviyesi deniz seviyesinin %79’una iner. Nefes ve kalp atım sayısı hızlanır. 2500 metreden sonra sorunlar artar. Vücut alıştırılmazsa “ani gelişen dağ hastalığı” başlayabilir. 3000 metreden sonra normalin 2 katı sıklıkta nefes alınmaya başlanır. Uyum sağlamamış (aklimatize olmamış) kişilerde aşağıda belirttiğim ciddi tablolar gelişebilir ve bunlar ölümcül olabilir. Dağcılık sporu ile uğraşan birçok kişi, bu yüksekliğe veya daha üzerine çıkar. Gebe kadınların, çocukların ve akciğer ve kalp hastası olanların bu yükseklik üzerine çıkmamaları uygun olur. 4000 metrenin üzerinde deneyimli dağcılar bile zorlanır. 3500 – 5500 metre civarında çok iyi alıştırılırsa insan bir kaç hafta yaşayabilir. Ama normal egzersiz yapamaz. Bu yükseklikte oksijen, deniz seviyesinin %50’si kadardır. 5500 metrenin üzeri ise ölüm bölgesi olarak isimlendirilir. Oksijen maskeleri ile bile uzun süre yaşam mümkün değildir. 7000 metrenin üzerine ise insanın alışması mümkün değildir. Bu yükseklikte sıcaklık, deniz seviyesine göre 50 derece santigrat daha düşüktür. Bu yüksekliklerde insan çok kısa sürelerde ve oksijen soluyarak kalabilir. 9000 metre üzerinde ise yaşam mümkün değildir.
Deniz seviyesinde yaşayanlar, 2000 metrenin üzerine kısa sürede çıkarlarsa rahatsızlıklar sıklıkla gelişir. 2500 metre üzerine günde 300 metreden fazla tırmanılmamalıdır.
Yüksek rakımda kısa süreli kalma: Normal bir insanda havadaki oksijen azaldıkça solunum sayısı, kalp hızı artar. Egzersiz ile solunum ve kalp hızı, hem deniz seviyesine göre çok daha fazla artar ve hem de çok daha geç egzersiz öncesi sayıya döner. Organizmamız kanı daha hayati organlara göndermek için deri, kas ve iç organlardaki akımı azalır ve kalp damarlarını genişletir ve kalbin koroner dolaşımını artırır. Beyin kan akımı sabit kalır.
Yüksek rakımda uzun süreli kalma: 3-4 gün aynı yükseklikte kalınırsa vücut ortama uyum sağlar (aklimatizasyon) ve şikayetlerin çoğu kaybolur.
Yüksek seviyelerde gelişen ve bazen ölümcül olabilen rahatsızlıklar;
Ani gelişen dağ hastalığı [Acute mountain sickness (AMS)] Yüksek rakım akciğer ödemi [High altitude pulmonary edema (HAPE)] Yüksek rakım beyin ödemi [High altitude cerebral edema (HACE)] Yüksek rakım retina (gözün en iç tabakası olan ağ tabakası) kanaması [High altitude retinal hemorrhage (HARH)] Ani gelişen dağ hastalığının sık şikayetleri iştah kaybı veya azalması, bulantı, kusma, yorgunluk, ileri halsizlik uykusuzluk ve baş dönmesi, sersemlik olarak karşımıza çıkar. HAPE; akciğerler içine sıvı sızması, HACE ise beyine sıvı sızması (ödem)’dır.