Merhaba, hanım Konyalı olduğundan senede en az bir kez Konyaya giderim. Önceleri, Bilecik henüz rampaları ile ünlüyken, Ankara üzerinden giderdik. Daha sonra memlekette duble yolların yapılmasıyla Bilecik üzerinden gitmek çok kolaylaştı. Kocaeli, Sakarya, Bilecik, Eskişehir ve Afyon- Çay üzerinden Konya’ya gitmek Ankara üzerinden gitmekten daha eğlenceli geliyor bize. Hele Çay’a varmadan önce Bolvadin’den manda kaymaklı lokum almak artık gelenek oldu. Bir kez almadan varınca, kayınvalideden üstü kapalı sitem yedik.
Bolvadin ve lokum deyince sadece Gönbeler adlı firmayı biliyoruz.
https://gonbeler.com/kaymakli-klasik-lok...gory_id=20
Firma 1926 yılında kurulmuş. Son derece lezzetli lokum üretiyorlar ama ticari tanıtımda profesyonel bir firma ile çalışmalılar. Neyse, Gönbeler lokumcudan bu kadar bahis yeter.
Yol üzerinde Kadınhanı ilçesini hep salt tabela olarak görürüm. Üniversitede öğrencilik yıllarım da dahil yanından belki 50-60 kez geçmişimdir. Ama A noktasında B noktasına giderken önemsiz bir ayrıntı idi benim için. Ta ki, bu seferkine kadar. Bu sefer yoldan geçerken şu tabela dikkatimi çekti.
Hem kırmızı renk tabela, hem de rahmetli annemin adı. Dönemin ruhundan olsa gerek, Raziye adı günümüzde pek yaygın değildir. Tarihte bu isimle karşılaşınca aklımın köşesine not ettim.
Hanım köye vardık. Bir süre dinlendim ve akşam Raziye Sultan adını ilkin Google Maps’den aradım. Saçma sapan adresler verdi. Kadınhanı ilçesini uygulamadan işaretleyerek turistik yerleri göster dedim, gene sonuç yok. Sonra internet üzerinden araştırdım, her halta fotoğraf olan Google’da bu han ile ilgili 2 yorum ve belki bir düzine fotoğraf var. En detaylı haber Konya valilik sayfasından çıktı.
http://www.konya.gov.tr/kadinhani
“Raziye Hatun Anadolu Selçukluları döneminde XIII. asırda Konya’da yaşamış bir sultan hanımdır.Danişmendoğullarından Yağıbasan oğlu Sinanüddin Yusuf’un oğlu Muzafferüddin Mahmut Bey’in kızıdır.Muhtemelen I.İzzeddin Keykavus’un hanımıdır.Bedreddin Bremoni’nin de kız kardeşidir.”
O zamanlar hanedan hanımlarına Devlet Hatun ünvanı verilirmiş.
Raziye Hatun, yaşadığı dönemde İpek Yolu üzerinde kışlık kervansaray yaptırmış. O zamanlar, kervansaraylarda yolcular üç gün boyunca ücretsiz barınma, beslenme ve sağlık hizmetlerini hem kendileri hem de hayvanları için alırlarmış. Gezi planıma bu kervansarayı görmeği aldım. Valilik web sayfasında bahsettiğine göre Kadınhanı yöresine eskiden Oğuz Boylarının iskanı sağlanmış. Sayfadan detayı okuyabilirsiniz, burada bahsedeceğim boy Avşaroğulları Boyu. Benim anne tarafım Avşaroğulları boyu, baba tarafım ise Çakaloğulları boyundan. Sayfada gördüğüm Avşarlı köyü adını o zamanlar oraya yerleşen Avşaroğullarından alma. Geziye orayı da ekledim.
Ertesi sabah oldu. Kahvaltı sonrası termosuma kahvemi koyup arabaya atladım. İlk hedef Kadınhanı Raziye Hatun kervansarayı.
Bu kervansarayın ana giriş kapısındaki kitabesi.
Valilik sayfasına göre kitabede yazılanlar şöyle:
“Allah’ım,H.620 yılında bu hanı yaptıran sahibesi olan Mahmut kızı Raziye Hatun’a rahmet eyle.”
Aşağıya kervansarayın başka resimlerini ekliyorum.
Kervansaray kapalı olduğundan maalesef içini gezemedim. Aşağıda kültür bakanlığının diktiği levhada yazılanları okuyabilirsiniz.
Duvarlardaki sıradışı taşlar dikkatinizi çekmiştir belki. Sarayın duvar inşaatına Doğu Roma imparatorluğundan bazı taşlar kullanılmış. Bu taşların arasında Doğu Roma imparatorluğununun dini sembolleri oyulmuş. Bakanlığın levhasında bu taşlara “devşirme taş” denmekte. Ben bu tip kullanımı başka yerlerde de gördüm ama açıklama olarak işçilik ve malzeme tasarrufunu pek tutarlı görmüyorum. Koca sarayı yaptıran o taş paralarından mı tasarruf edecek. Savaşta yendiği milletten nefret etse, onların sembollerini niye yaşatsın. Burada şu an unuttuğumuz bir siyasi mesaj olduğunu düşünüyorum.
Benim en çok kapıdaki taş işçiliği hoşuma gitti.
Burasıyla işim bitti. Şimdi Avşarlı köyüne gitmek istiyorum.
Köy Kadınhanı’ndan 10 km daha ötede. Giderken ilkin Yaylayaka, sonra Hacıpirli köylerinden geçeceğim. Heyecanlıyım.
Gökyüzü yer yer siyaha kaçan karabulutlarla kaplı. Güneyli rüzgarlar havayı yumuşattıp karı eritti ama görünen bulutlar yeni soğuk ve yağışlı havanın işaretçisi, İnşallah.
Yolun sağındaki tabelalardan, ilkin Yaylayaka köyü tabelası belirdi. Devasa tarım arazilerinin yanında 2-3 ev var. Köy mü? Buraya ancak mezra denir belki. Aslında küçük ama evlerle kıyaslayınca devasa bir cami var. Dönüşte merak edip içini görmek için durdum. Ama içerde namazını eda eden bir aile vardı. Rahatsız olmasınlar diye girmedim.
Onun yerine beni merak eden hindilerin fotoğtafını paylaşayım.
Minaresi çok güzeldi, fotoğraflamadığıma üzüldüm.
Avşarlıya giden yol keskin bir V dönüşü ile ana yoldan ayrılıp Hacıpirliy’e dönmekte. Tam dönüş noktasında Toprak Mahsülleri Ofisinin deposu vardı. Şekerpancarları tepecikler halinde istiflenmiş. Hemen aşağısında istiflenen pancarları taşıyacak tren yolu ve katarı vardı.
Hacıpirli’yi geçip yolda Avşarlı tabelasını göresiye kadar arabayı sürdüm. Vardığımda gördüğüm manzara hiç beklediğim gibi değildi.
Yıkık dökük kerpiç ev kalıntılarının arasında bir iki ev, yine aynı sayıda çiftliğe benzer yer.
Ortada oynanmaktan değil güneşten boyası açılmış çocuk bahçesi var ama bir tane bile çocuk yok.
Arabadan inip terkedilmiş köyü adımlamağa başladım. Köyün yıkık dökük evlerle kapladığı alan bir futbol sahasının yarısını bile doldurmaz. Tam o sırada yıkık kerpiçlerin arasındaki tek sağlam evden bir traktör hareket etti. El ettim durdu. Selam verdim , selam aldı. Hoş geldin dedi. Murat bey, köyün muhtarıymış. Şu an köyün tek yaşayan hanesi onlar. Köyde yaşayanlar hep göç etmiş. Ara ara gelip tarlalarına bakarlarmış.
Benim dikkatimi zaten az olan yapıların içinde tek oda boyutunda evler dikkatimi çekmişti. Murat beye , bu küçük evlerin hikmeti ne diye sordum. Murat bey bana bana onların ev olmadığını söyledi. O yapıların adı “oda” imiş. Odalar o odayı yapanın sorumluluğundaymış. Nasıl yani dedim şaşkınlıkla!
Köyden geçerken ihtiyacı olanlar o odalarda kalırmış. O odayı yapan kişi, içerdeki misafirin yemesini, içmesini, ısınmasını karşılarmış. Bunlar ücretsiz yapılırmış. Beni buraya çeken Raziye Hatun kervansarayının yaptığını halk bir gelenek olarak kendileri de yaparmış. Devletin ve halkın geleneği hayırda birmiş. Ortalıktaki oda sayısını evlerle kıyaslayınca burası eskiden kalabalık bir güzergah ve hayırda yarışan insanlarla doluymuş dedim.
Murat bey demiştim köyün muhtarı diye.
Muhtarlık ofisi de burası. Oranın kaderi de köyün geri kalanından farklı değil.
Aşağıda köyün yıkık evlerinden birisini daha yakından görüntü ile veriyorum.
Murat beye teşekkür edip yolculadım. Anlattıklarından iyiki gelmişim dedim. İyiki buraları görmüşüm. Kafamda Yörük ve Manavlarla ilgili resim daha netleşirken, muallakta kalan sorularımın bazılarına yanıt bulmanın huzuruyla arabaya atlayıp geri döndüm.
Okuduğunuz için teşekkür ederim.
Bolvadin ve lokum deyince sadece Gönbeler adlı firmayı biliyoruz.
https://gonbeler.com/kaymakli-klasik-lok...gory_id=20
Firma 1926 yılında kurulmuş. Son derece lezzetli lokum üretiyorlar ama ticari tanıtımda profesyonel bir firma ile çalışmalılar. Neyse, Gönbeler lokumcudan bu kadar bahis yeter.
Yol üzerinde Kadınhanı ilçesini hep salt tabela olarak görürüm. Üniversitede öğrencilik yıllarım da dahil yanından belki 50-60 kez geçmişimdir. Ama A noktasında B noktasına giderken önemsiz bir ayrıntı idi benim için. Ta ki, bu seferkine kadar. Bu sefer yoldan geçerken şu tabela dikkatimi çekti.
Hem kırmızı renk tabela, hem de rahmetli annemin adı. Dönemin ruhundan olsa gerek, Raziye adı günümüzde pek yaygın değildir. Tarihte bu isimle karşılaşınca aklımın köşesine not ettim.
Hanım köye vardık. Bir süre dinlendim ve akşam Raziye Sultan adını ilkin Google Maps’den aradım. Saçma sapan adresler verdi. Kadınhanı ilçesini uygulamadan işaretleyerek turistik yerleri göster dedim, gene sonuç yok. Sonra internet üzerinden araştırdım, her halta fotoğraf olan Google’da bu han ile ilgili 2 yorum ve belki bir düzine fotoğraf var. En detaylı haber Konya valilik sayfasından çıktı.
http://www.konya.gov.tr/kadinhani
“Raziye Hatun Anadolu Selçukluları döneminde XIII. asırda Konya’da yaşamış bir sultan hanımdır.Danişmendoğullarından Yağıbasan oğlu Sinanüddin Yusuf’un oğlu Muzafferüddin Mahmut Bey’in kızıdır.Muhtemelen I.İzzeddin Keykavus’un hanımıdır.Bedreddin Bremoni’nin de kız kardeşidir.”
O zamanlar hanedan hanımlarına Devlet Hatun ünvanı verilirmiş.
Raziye Hatun, yaşadığı dönemde İpek Yolu üzerinde kışlık kervansaray yaptırmış. O zamanlar, kervansaraylarda yolcular üç gün boyunca ücretsiz barınma, beslenme ve sağlık hizmetlerini hem kendileri hem de hayvanları için alırlarmış. Gezi planıma bu kervansarayı görmeği aldım. Valilik web sayfasında bahsettiğine göre Kadınhanı yöresine eskiden Oğuz Boylarının iskanı sağlanmış. Sayfadan detayı okuyabilirsiniz, burada bahsedeceğim boy Avşaroğulları Boyu. Benim anne tarafım Avşaroğulları boyu, baba tarafım ise Çakaloğulları boyundan. Sayfada gördüğüm Avşarlı köyü adını o zamanlar oraya yerleşen Avşaroğullarından alma. Geziye orayı da ekledim.
Ertesi sabah oldu. Kahvaltı sonrası termosuma kahvemi koyup arabaya atladım. İlk hedef Kadınhanı Raziye Hatun kervansarayı.
Bu kervansarayın ana giriş kapısındaki kitabesi.
Valilik sayfasına göre kitabede yazılanlar şöyle:
“Allah’ım,H.620 yılında bu hanı yaptıran sahibesi olan Mahmut kızı Raziye Hatun’a rahmet eyle.”
Aşağıya kervansarayın başka resimlerini ekliyorum.
Kervansaray kapalı olduğundan maalesef içini gezemedim. Aşağıda kültür bakanlığının diktiği levhada yazılanları okuyabilirsiniz.
Duvarlardaki sıradışı taşlar dikkatinizi çekmiştir belki. Sarayın duvar inşaatına Doğu Roma imparatorluğundan bazı taşlar kullanılmış. Bu taşların arasında Doğu Roma imparatorluğununun dini sembolleri oyulmuş. Bakanlığın levhasında bu taşlara “devşirme taş” denmekte. Ben bu tip kullanımı başka yerlerde de gördüm ama açıklama olarak işçilik ve malzeme tasarrufunu pek tutarlı görmüyorum. Koca sarayı yaptıran o taş paralarından mı tasarruf edecek. Savaşta yendiği milletten nefret etse, onların sembollerini niye yaşatsın. Burada şu an unuttuğumuz bir siyasi mesaj olduğunu düşünüyorum.
Benim en çok kapıdaki taş işçiliği hoşuma gitti.
Burasıyla işim bitti. Şimdi Avşarlı köyüne gitmek istiyorum.
Köy Kadınhanı’ndan 10 km daha ötede. Giderken ilkin Yaylayaka, sonra Hacıpirli köylerinden geçeceğim. Heyecanlıyım.
Gökyüzü yer yer siyaha kaçan karabulutlarla kaplı. Güneyli rüzgarlar havayı yumuşattıp karı eritti ama görünen bulutlar yeni soğuk ve yağışlı havanın işaretçisi, İnşallah.
Yolun sağındaki tabelalardan, ilkin Yaylayaka köyü tabelası belirdi. Devasa tarım arazilerinin yanında 2-3 ev var. Köy mü? Buraya ancak mezra denir belki. Aslında küçük ama evlerle kıyaslayınca devasa bir cami var. Dönüşte merak edip içini görmek için durdum. Ama içerde namazını eda eden bir aile vardı. Rahatsız olmasınlar diye girmedim.
Onun yerine beni merak eden hindilerin fotoğtafını paylaşayım.
Minaresi çok güzeldi, fotoğraflamadığıma üzüldüm.
Avşarlıya giden yol keskin bir V dönüşü ile ana yoldan ayrılıp Hacıpirliy’e dönmekte. Tam dönüş noktasında Toprak Mahsülleri Ofisinin deposu vardı. Şekerpancarları tepecikler halinde istiflenmiş. Hemen aşağısında istiflenen pancarları taşıyacak tren yolu ve katarı vardı.
Hacıpirli’yi geçip yolda Avşarlı tabelasını göresiye kadar arabayı sürdüm. Vardığımda gördüğüm manzara hiç beklediğim gibi değildi.
Yıkık dökük kerpiç ev kalıntılarının arasında bir iki ev, yine aynı sayıda çiftliğe benzer yer.
Ortada oynanmaktan değil güneşten boyası açılmış çocuk bahçesi var ama bir tane bile çocuk yok.
Arabadan inip terkedilmiş köyü adımlamağa başladım. Köyün yıkık dökük evlerle kapladığı alan bir futbol sahasının yarısını bile doldurmaz. Tam o sırada yıkık kerpiçlerin arasındaki tek sağlam evden bir traktör hareket etti. El ettim durdu. Selam verdim , selam aldı. Hoş geldin dedi. Murat bey, köyün muhtarıymış. Şu an köyün tek yaşayan hanesi onlar. Köyde yaşayanlar hep göç etmiş. Ara ara gelip tarlalarına bakarlarmış.
Benim dikkatimi zaten az olan yapıların içinde tek oda boyutunda evler dikkatimi çekmişti. Murat beye , bu küçük evlerin hikmeti ne diye sordum. Murat bey bana bana onların ev olmadığını söyledi. O yapıların adı “oda” imiş. Odalar o odayı yapanın sorumluluğundaymış. Nasıl yani dedim şaşkınlıkla!
Köyden geçerken ihtiyacı olanlar o odalarda kalırmış. O odayı yapan kişi, içerdeki misafirin yemesini, içmesini, ısınmasını karşılarmış. Bunlar ücretsiz yapılırmış. Beni buraya çeken Raziye Hatun kervansarayının yaptığını halk bir gelenek olarak kendileri de yaparmış. Devletin ve halkın geleneği hayırda birmiş. Ortalıktaki oda sayısını evlerle kıyaslayınca burası eskiden kalabalık bir güzergah ve hayırda yarışan insanlarla doluymuş dedim.
Murat bey demiştim köyün muhtarı diye.
Muhtarlık ofisi de burası. Oranın kaderi de köyün geri kalanından farklı değil.
Aşağıda köyün yıkık evlerinden birisini daha yakından görüntü ile veriyorum.
Murat beye teşekkür edip yolculadım. Anlattıklarından iyiki gelmişim dedim. İyiki buraları görmüşüm. Kafamda Yörük ve Manavlarla ilgili resim daha netleşirken, muallakta kalan sorularımın bazılarına yanıt bulmanın huzuruyla arabaya atlayıp geri döndüm.
Okuduğunuz için teşekkür ederim.