Daha önce Plansız diye bir başlıkta günübirlik bir gezimden bahsetmiştim.
http://subaruturkiyeforum.com/member.php...e&uid=1116
Bu sefer gideceğim yer ve vakti planladım. Hafta içi bir fırsat oluşturdum. Gideceğim yerde bir gece kalacaktım. Hazır araç sobası almışım, tablete beğendiğim filmleri ve kitapları yükledim. Geceden uykumu tam alamadım ama sabah erkenden kalktım. Şansıma hava güneşli, üşütmeyen bir serinlik var. Araca yatma ekipmanlarımı yükledim. Gideceğim yerde ne olur ne olmaz diye tüfeğimi ve 2 kutu fişek aldım. Günü olabildiğince yakalamak istiyorum. Arabaya eşyaları yükleyip kontağı çevirdim. İlk durak fırın, sonra Pet su bayii. Gideceğim yerde her yer içme suyu,ama şehirlilik damarlara kadar işlemiş, üzerine fazla düşünmeden 1 kasa pet su aldım. Her şey tamam. Bastım gaza, müziği açıp yola koyuldum.
Hedefim Kirazdere , namı diğer Yuvacık Barajı. Barajı besleyen iki kol var. Amacım daha önce bir yerine kadar gittiğim kolun sonuna kadar gitmek.
Dedim ya , şansıma hava çok güzel. Her yer yemyeşil, su bulabildiği her yerden akarak baraja doğru koşmakta.
Besleyen kol , aslında bir kanyon. Kanyonun yukarısında ancak 1 bazen 1,5 araç geçecek genişlikte toprak yol. Yol Serindereye kadar gitmekte ama benim amacım barajı besleyen yerin başlangıcı.
Uzaktan bakınca böylesi bir şelale
Yakından böyle.
DSİ böyle ıslah etmiş. Akan suyun yüksekliği karşıdaki metreye göre 10 santim yüksekliğinde. Buradan bakınca aslında su sakin sakin akmakta.
Buradan bakınca ise yüksekten düşmenin verdiği debi, çıkardığı uğultu insanda hayranlık uyandırmakta.
Yolun durumunu bilmediğimden arabayı geri dönebileceğim bir yere park edip buralara yürüdüm.
Yol daha devam ediyor ama planımda varmak istediğim yere ulaştım. Artık gecelemeği tasarladığım yere dönme vakti.
Sabah bir şey yemediğimden acıkdım. Yanıma öyle ahım şahım birşeyler almış değilim. Peynir, ekmek, çay, kahve ve hazır köfte. Yolda giderken ilkin bir peynirli sandaviç ve çay, daha sonra keyif çatma faslı, akşam için köfte ekmek yerim diye öğünleri belirledim.
Eşyaları çıkarttım. Erzak kutusundan peyniri çıkarayım dedim, aaa peynir yok. Sabah peyniri çıkardım ama erzak kutusuna koyarım diye dolaba geri koydumdu. Oradan almayı unutmuşum. Hay Allah, neyseki köfte var. Köfte için ateş yakmak lazım. Ateş yakmak için daha erken, bari biraz ekmeği kuru kuru yiyip üstüne çay içeyim. Çayı çıkardım, tavan bagajındaki mutfak malzemeleri kasasını indirdim aha! Bardak yok. Sadece cam bardak değil kağıt bardak dahi yok. Çay işi yattı. Biraz ekmek yiyip açlığımı bastırdım. Bari kahve içeyim dedim. Filtre kahve presi malzeme kutusunda. Sabah, çekirdek kahve öğütmeyi ertelerken unuttuğumu fark ettim. Her şey güzel, yeme içme hariç. Sevindirici bir gelişme, ne zaman aldığımı hatırlamadığım bir kavanoz öğütülmüş filtre kahve gördüm kutunun içinde. Suyu ıstıp göz kararı bir miktar kahve döktüm. Evet, çatal kaşık da yok mutfak kutusunda. En son gezimizde hanım “bunları yıkayayım diye” eve çıkardığını hatırlıyorum ama benim yıkanan kap kacağı geri götürdüğüm kısmı yok hafızamda. Allahtan erzak kutusunun içinde ufak bir bıçak var. O da olmasa köfte pişirmek bile hayal olacaktı. Bıçak var, en azından köfteleri pişirirken döndürebileceğim.
Kahvenin olduğunu haber veren alarm çaldı. Bardak yok. Filre kahve presi aynı zamanda kahve termosu da. Allahtan oradan içebileceğim. İlk yudumu aldım, ı ıhh . Evet rengi kahve, ama tadı değil. Ekşi bir şey. Neyse sıcak hiç olmazsa. Elime kahvemi aldım. Sandalyeme çöktüm, aşağıda uçan martıları ve suya dalıp çıkan karabatakları seyre koyuldum. Hava sıcak, ortamda sadece doğanın sesi. Hafta içi olmasından sebep saatlerdir sadece bir araç geçti yanımdan. Hafta sonu olsa, bir sürü araç olurdu. Hayat güzel diyorum kendi kendime. Kahveden bir yudum daha aldım. Kupanın açısını mı ayarlayamadım yoksa başka bir şey mi, kahve bir yudumdan fazla geldi, dudaklarım ve ağzım yandı. Zaten sadece sıcak diye içiyordum, elimdeki şeye iyice gıcık oldum.
Vakit geçti, ateşi yakıp köfteleri pişireyim dedim.
Bıçakla döndür falan zor ama başka çare yok. Sağ elimde bıçağı çatal yerine kullanıp sol elimde bir kaç kat sardığım kağıt havluyu maşa ucu niyetine kullanıyorum. Köfteler pişti. Ekmeği ikiye bölüp içene köftleri koymaya başladım. O sırada elimin üsyü ızgara teline değmesin mi! Biraz önce ağzımı yakmıştım şimdi ise iki parmağı üstten. Ardı ardına bir sürü şey ters gidiyor. Eyvallah! Elimi yaktım ama o kadar da acımıyor. Köfte ekmeğe iştahla saldırdım. Karnım doydukça parmaklarımdaki yanık acısı arttı. Ah dedim keşke arabada Silverdin yanık kremi olsaydı. Sanki bir eksik oymuş gibi . Neyse laf aramızda aslında ilk yardım çantasında olmalı. Bir keresinde denizin ortasında elimi ve dizimi haşlamıştım. Kıyıya nasıl döndüğümü hala hatırlarım. Ondan sonra teknede daima silverdin bulundurdum. Demekki araç ilk yardım çantasında da bulundurmak lazım.
Karnım doydu. Bütün köfteleri pişirmek zorunda kaldığım için elimde ikinci bir köfte ekmek bile var. Hava biraz serinledi. Bulunduğum yerde yüksekçe bir kaya var. Güneş onun ardında kaldı. Haliyle ben de kayanın gölgesinde.
Yanan parmaklar acıyor. Yanımdaki pet sulardan birisini soğuk kompres niyetine kullandım. Acıyı baya bir aldı.
Ortalığı toparladım. Aracın arkasına geçtim. Karnım tok, elimin acısı baya hafifledi. Üzerimdeki fazlalıkları çıkarıp yatağa uzandım. Tableti çıkardım. Araç sobasını yaktım. İçerisi çok hoş oldu. Tedbiren iki camı hafifçe araladım. Sıcak hava yukarı çıkar, soğuk hava aşağı çöker fizik kurallarına imanım tam ama uyurken kesinlikle söndüreceğim sobayı. Tabletten bugünlerde izlediğim Sopranos adlı dizininin kaldığım bölümünü açtım, bir bölüm bitti. Heyecanlı yerde kaldı. Diğerini açtım, hafiften uykum geldi. Akşam olmakta. Telefonum çaldı, @Nurdoğan Kuzu “abi çay var mı” dedi. Acı acı güldüm. Nurdoğan çay var ama bardak yok, bardağını getireceksen demliyorum dedim. Tamam abi dedi kapattı. Kalktım, giyindim. Ateşi yaktım çayı koydum. Doğada ilginç bir düzen var. Gece avlanan hayvanlar yola akşam ezanı ile, gündüz avlanan hayvanlar sabah ezanı ile harekete geçmekte. Hayvan ezanı bilmez belki ama güneşin doğuş ve batışını biliyor. Hava kararmadan çevremdeki olası yabani hayvanlara uyarı niteliğinde havaya bir el sıktım. Çevredeki çakallar beni yanlış anladı heralde. Benim tüfeğin gümbürtüsünün ardından önce bir çakal ardında bir çok çakal uzun uzun uludu. Artık ne dediler bilmem, uzak durun mu, yoksa gürültünün geldiği yerde hazırda yemek var davranın mı . Gecenin ilerleyen vakitlerinde yatsı ezanı okunurken gene içli içli uludu çakallar.
Çok geçmedem Nurdoğanın XT’sinin farları uzaktan göründü.
Sağolsun Nurdoğan sadece bardak değil, soğuk sandaviç de almış. Gerek yoktu, ben önceden pişirdiğim köfte ekmeği ikram ettim. Hakikaten herkesin nasibi kendisine ayrılmış durumda. Çay demlendi sohbet muhabbet ardı ardına bardak bardak çayları götürdük. Şansımıza o gece dolunaymış.
Kanyonun karşı yakasındaki tepeden böyle yükseldi ay. Dolunay ortamı baya aydınlattı. Hava gündüz güzeldi. Gece de öyle soğuk değil, yanan ateş ortalığı ısıtıyor ama benim sadece vücudumun ateşe dönük bölümü sıcak. Ateş görmeyen bölüm buz gibi. Saat dokuz gibi Nurdoğan kalktı. Yine ortalığı topladım. Üşüdüğümü hissettim. Arabaya girip sobayı açarak ısınabilirdim. Ama şansımı fazla zorlamayayım dedim. Daha önce de böyle bir üşümüş ve ondan sonra uzun süre onun çilesini çekmiştim. Eve dönmeğe karar verdim. Her şeyi toplamıştım zaten. Marşa basıp yola düştüm. Evet kafamdaki tasarımdan farklı bir gündü. Evdeki hesap pazara uymadı diye vazgeçmek yerine bulduklarımın keyfini sürdüm. Çok güzel oldu. Bir sürü yeni şey öğrendim.
Okuduğunuz için teşekkür ederim.
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
http://subaruturkiyeforum.com/member.php...e&uid=1116
Bu sefer gideceğim yer ve vakti planladım. Hafta içi bir fırsat oluşturdum. Gideceğim yerde bir gece kalacaktım. Hazır araç sobası almışım, tablete beğendiğim filmleri ve kitapları yükledim. Geceden uykumu tam alamadım ama sabah erkenden kalktım. Şansıma hava güneşli, üşütmeyen bir serinlik var. Araca yatma ekipmanlarımı yükledim. Gideceğim yerde ne olur ne olmaz diye tüfeğimi ve 2 kutu fişek aldım. Günü olabildiğince yakalamak istiyorum. Arabaya eşyaları yükleyip kontağı çevirdim. İlk durak fırın, sonra Pet su bayii. Gideceğim yerde her yer içme suyu,ama şehirlilik damarlara kadar işlemiş, üzerine fazla düşünmeden 1 kasa pet su aldım. Her şey tamam. Bastım gaza, müziği açıp yola koyuldum.
Hedefim Kirazdere , namı diğer Yuvacık Barajı. Barajı besleyen iki kol var. Amacım daha önce bir yerine kadar gittiğim kolun sonuna kadar gitmek.
Dedim ya , şansıma hava çok güzel. Her yer yemyeşil, su bulabildiği her yerden akarak baraja doğru koşmakta.
Besleyen kol , aslında bir kanyon. Kanyonun yukarısında ancak 1 bazen 1,5 araç geçecek genişlikte toprak yol. Yol Serindereye kadar gitmekte ama benim amacım barajı besleyen yerin başlangıcı.
Uzaktan bakınca böylesi bir şelale
Yakından böyle.
DSİ böyle ıslah etmiş. Akan suyun yüksekliği karşıdaki metreye göre 10 santim yüksekliğinde. Buradan bakınca aslında su sakin sakin akmakta.
Buradan bakınca ise yüksekten düşmenin verdiği debi, çıkardığı uğultu insanda hayranlık uyandırmakta.
Yolun durumunu bilmediğimden arabayı geri dönebileceğim bir yere park edip buralara yürüdüm.
Yol daha devam ediyor ama planımda varmak istediğim yere ulaştım. Artık gecelemeği tasarladığım yere dönme vakti.
Sabah bir şey yemediğimden acıkdım. Yanıma öyle ahım şahım birşeyler almış değilim. Peynir, ekmek, çay, kahve ve hazır köfte. Yolda giderken ilkin bir peynirli sandaviç ve çay, daha sonra keyif çatma faslı, akşam için köfte ekmek yerim diye öğünleri belirledim.
Eşyaları çıkarttım. Erzak kutusundan peyniri çıkarayım dedim, aaa peynir yok. Sabah peyniri çıkardım ama erzak kutusuna koyarım diye dolaba geri koydumdu. Oradan almayı unutmuşum. Hay Allah, neyseki köfte var. Köfte için ateş yakmak lazım. Ateş yakmak için daha erken, bari biraz ekmeği kuru kuru yiyip üstüne çay içeyim. Çayı çıkardım, tavan bagajındaki mutfak malzemeleri kasasını indirdim aha! Bardak yok. Sadece cam bardak değil kağıt bardak dahi yok. Çay işi yattı. Biraz ekmek yiyip açlığımı bastırdım. Bari kahve içeyim dedim. Filtre kahve presi malzeme kutusunda. Sabah, çekirdek kahve öğütmeyi ertelerken unuttuğumu fark ettim. Her şey güzel, yeme içme hariç. Sevindirici bir gelişme, ne zaman aldığımı hatırlamadığım bir kavanoz öğütülmüş filtre kahve gördüm kutunun içinde. Suyu ıstıp göz kararı bir miktar kahve döktüm. Evet, çatal kaşık da yok mutfak kutusunda. En son gezimizde hanım “bunları yıkayayım diye” eve çıkardığını hatırlıyorum ama benim yıkanan kap kacağı geri götürdüğüm kısmı yok hafızamda. Allahtan erzak kutusunun içinde ufak bir bıçak var. O da olmasa köfte pişirmek bile hayal olacaktı. Bıçak var, en azından köfteleri pişirirken döndürebileceğim.
Kahvenin olduğunu haber veren alarm çaldı. Bardak yok. Filre kahve presi aynı zamanda kahve termosu da. Allahtan oradan içebileceğim. İlk yudumu aldım, ı ıhh . Evet rengi kahve, ama tadı değil. Ekşi bir şey. Neyse sıcak hiç olmazsa. Elime kahvemi aldım. Sandalyeme çöktüm, aşağıda uçan martıları ve suya dalıp çıkan karabatakları seyre koyuldum. Hava sıcak, ortamda sadece doğanın sesi. Hafta içi olmasından sebep saatlerdir sadece bir araç geçti yanımdan. Hafta sonu olsa, bir sürü araç olurdu. Hayat güzel diyorum kendi kendime. Kahveden bir yudum daha aldım. Kupanın açısını mı ayarlayamadım yoksa başka bir şey mi, kahve bir yudumdan fazla geldi, dudaklarım ve ağzım yandı. Zaten sadece sıcak diye içiyordum, elimdeki şeye iyice gıcık oldum.
Vakit geçti, ateşi yakıp köfteleri pişireyim dedim.
Bıçakla döndür falan zor ama başka çare yok. Sağ elimde bıçağı çatal yerine kullanıp sol elimde bir kaç kat sardığım kağıt havluyu maşa ucu niyetine kullanıyorum. Köfteler pişti. Ekmeği ikiye bölüp içene köftleri koymaya başladım. O sırada elimin üsyü ızgara teline değmesin mi! Biraz önce ağzımı yakmıştım şimdi ise iki parmağı üstten. Ardı ardına bir sürü şey ters gidiyor. Eyvallah! Elimi yaktım ama o kadar da acımıyor. Köfte ekmeğe iştahla saldırdım. Karnım doydukça parmaklarımdaki yanık acısı arttı. Ah dedim keşke arabada Silverdin yanık kremi olsaydı. Sanki bir eksik oymuş gibi . Neyse laf aramızda aslında ilk yardım çantasında olmalı. Bir keresinde denizin ortasında elimi ve dizimi haşlamıştım. Kıyıya nasıl döndüğümü hala hatırlarım. Ondan sonra teknede daima silverdin bulundurdum. Demekki araç ilk yardım çantasında da bulundurmak lazım.
Karnım doydu. Bütün köfteleri pişirmek zorunda kaldığım için elimde ikinci bir köfte ekmek bile var. Hava biraz serinledi. Bulunduğum yerde yüksekçe bir kaya var. Güneş onun ardında kaldı. Haliyle ben de kayanın gölgesinde.
Yanan parmaklar acıyor. Yanımdaki pet sulardan birisini soğuk kompres niyetine kullandım. Acıyı baya bir aldı.
Ortalığı toparladım. Aracın arkasına geçtim. Karnım tok, elimin acısı baya hafifledi. Üzerimdeki fazlalıkları çıkarıp yatağa uzandım. Tableti çıkardım. Araç sobasını yaktım. İçerisi çok hoş oldu. Tedbiren iki camı hafifçe araladım. Sıcak hava yukarı çıkar, soğuk hava aşağı çöker fizik kurallarına imanım tam ama uyurken kesinlikle söndüreceğim sobayı. Tabletten bugünlerde izlediğim Sopranos adlı dizininin kaldığım bölümünü açtım, bir bölüm bitti. Heyecanlı yerde kaldı. Diğerini açtım, hafiften uykum geldi. Akşam olmakta. Telefonum çaldı, @Nurdoğan Kuzu “abi çay var mı” dedi. Acı acı güldüm. Nurdoğan çay var ama bardak yok, bardağını getireceksen demliyorum dedim. Tamam abi dedi kapattı. Kalktım, giyindim. Ateşi yaktım çayı koydum. Doğada ilginç bir düzen var. Gece avlanan hayvanlar yola akşam ezanı ile, gündüz avlanan hayvanlar sabah ezanı ile harekete geçmekte. Hayvan ezanı bilmez belki ama güneşin doğuş ve batışını biliyor. Hava kararmadan çevremdeki olası yabani hayvanlara uyarı niteliğinde havaya bir el sıktım. Çevredeki çakallar beni yanlış anladı heralde. Benim tüfeğin gümbürtüsünün ardından önce bir çakal ardında bir çok çakal uzun uzun uludu. Artık ne dediler bilmem, uzak durun mu, yoksa gürültünün geldiği yerde hazırda yemek var davranın mı . Gecenin ilerleyen vakitlerinde yatsı ezanı okunurken gene içli içli uludu çakallar.
Çok geçmedem Nurdoğanın XT’sinin farları uzaktan göründü.
Sağolsun Nurdoğan sadece bardak değil, soğuk sandaviç de almış. Gerek yoktu, ben önceden pişirdiğim köfte ekmeği ikram ettim. Hakikaten herkesin nasibi kendisine ayrılmış durumda. Çay demlendi sohbet muhabbet ardı ardına bardak bardak çayları götürdük. Şansımıza o gece dolunaymış.
Kanyonun karşı yakasındaki tepeden böyle yükseldi ay. Dolunay ortamı baya aydınlattı. Hava gündüz güzeldi. Gece de öyle soğuk değil, yanan ateş ortalığı ısıtıyor ama benim sadece vücudumun ateşe dönük bölümü sıcak. Ateş görmeyen bölüm buz gibi. Saat dokuz gibi Nurdoğan kalktı. Yine ortalığı topladım. Üşüdüğümü hissettim. Arabaya girip sobayı açarak ısınabilirdim. Ama şansımı fazla zorlamayayım dedim. Daha önce de böyle bir üşümüş ve ondan sonra uzun süre onun çilesini çekmiştim. Eve dönmeğe karar verdim. Her şeyi toplamıştım zaten. Marşa basıp yola düştüm. Evet kafamdaki tasarımdan farklı bir gündü. Evdeki hesap pazara uymadı diye vazgeçmek yerine bulduklarımın keyfini sürdüm. Çok güzel oldu. Bir sürü yeni şey öğrendim.
Okuduğunuz için teşekkür ederim.
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi