Merhabalar bu yazıyı çoğunlukla yazmak istiyordum ama üşengeçlikten yazmaya sıra gelmedi. Hazır zaruri 14 günlük bir istirahate çıkınca bu fırsatı değerlendirmek istedim.
Bana sürekli sorulan sorulardan biridir bu soru “Neden Subaru?”. Çünkü beni tanıyanlar hiç bir şekilde buna anlam verememekteydiler. “Bir çok kaliteli ve hızlı araçlar kullandın onları istesen ve almak için çabalasan anlayacağız, ama hayatında hiç kullanmadığın ve gerçek anlamda her hangi bir fikrin olamadığı bir arabayı nasıl bu kadar sevebiliyorsun. Subaru aldığında, senin düşündüğün gibi bir araç olacağından nasıl emin olabiliyorsun.” diye sürekli söylerlerdi. Bu durumu ben şöyle açıklıyorum.
Mekaniğini ve diğer araçlardan ayıran bir çok özelliğini paylaştıktan sonra aslında bu marka en hızlısı, en konforlusu, en sesizi değil. Ama onu kullanmaktan ve onunla vakit geçirmekten keyif alacağınız bir araç, arabayı park ettiğinizde arkanıza dönüp baktıran ve gördüğünüzde işte benim arabam dedirten, bir ortamda “Subaru’n mu var!” şaşırma ifadesini - ifadelerini oluşturan bir marka aslında diye özet geçebilirim. Ama hikaye kısmı çok uzun olan anlatımı aşağıda kısaltarak yazmaya çalıştım.
2000 li yıların başında babam otomobil tutkusunu aşılamak için beni, vakti ve yarışlar oldukça Körfez pistine götürür ve 2 yılda bir düzenlenen, Türkiye Autoshow’a götürürdü.
Subaru tutkusu ben de yine 2000’li yıllara dayanmakta. O zamanlar WRC yarışları TRT’de veriliyordu. Yine WRC’nin olduğu bir hafta sonu babam TRT’yi açmış ve beni odamdan Alper çabuk gel yarış var diyerek çağırmıştı. Odaya girdiğimde ilk gördüğüm araba 22B Impreza’ydı. Tabi benim için ise mavi renkli, sarı jantlı ve yanında çıkartmaları olan garip görünümlü sıra dışı bir arabaydı. Hemen arkasından Marlboro çıkartmalı kırmızı beyaz bir Evo 6 geldi ve aynı kendinden önceki Subaru gibi aşağıdan gelip sağa doğru kıvrılan virajı yanlayarak yokuştan yukarı doğru çıktı. Evo biraz daha hızlı geçmişti bana göre ve babama bu arabaların markasını sormuş ve hangisinin daha iyi olduğunu sormuştum. Babam da Subaru ve Mitsubishi demiş “ikisinden birine iyi diyemem ikiside çok iyi demişti.” Bu cevaba karşılık Evo ne kadar gözümde o viraj da hızlı olsada, Subaru beni ilk andan itibaren cezbetmiş ve kendine çekmişti. İşte ilk Subaru sevdası kanıma bu şekilde girdi. Daha sonraları aracı gerçekte de görmeye başlayınca daha da tutkulandım. Bir ara babamla bir sokak ilerimizde olan iş merkezine giderken önünde mavi renkli bir GC8 gördüm ve yanına gidip incemeye başladık. İçini dışını bir güzelce süzdük ve sonrasında ilk defa normal bir arabada gördüğüm delikli disk frenler ve büyük kırmızı kaliperler beni benden almış ve mavi renkli, sarı jantlı Subaru da bu frenler ile çok güzel duruyordu. Babam da bana “ Sahibi frenlerini güçlendirmiş daha kaliteli yaptırmış” dedi. Babama “biz de bu arabadan alabilir miyiz?” diye sorduğumda babam “hayır bekar ve çalışan bir adam olduğunda bu arabayı alabilir ve rahatça kullanabilirsin” demişti. Bu sözden sonra zehir tam olarak kanıma girmiş ve artık hayaller başlamıştı bir an önce büyüyüp işe başlayıp bir Subaru almak.
Bu sevda öyle bir şey ki Autoshow’a gittiğimizde babamla ilk olarak Subaru standına uğradıktan sonra Ferrari, Lamborghini, Maserati ve diğer araçları ziyaret ediyorduk .En son fuardan ayrılırken de tekrardan Subaru’ya uğrayıp orada vakit geçirip ve benim için oranın assolisti STI’a son bir kez daha bakıp ayrılarak geçti ve hep içimde bir gün ama bir gün diye iç çekerek geçirdik.
Bu durum yakın zamanlarda şu şekilde zuhur ediyor. Türkiye ralli şampiyonalarına ya da WRC ‘ye gittiğimizde oradaki bir çok dünya klasmanında bulunan WRC takımlarının araçlarını görünce farklı bir boyutta olduklarını görürüyoruz ama bu durum herkes için aynı değil. Çünkü ne kadar hızlı, teknolojik ve olağanüstü olsalarda uzaktan hepsinin sesi aynı gelmekte ve hepsi birbirine benzer ve ayırt edilmesi zor araçlar. Taki 4-5 viraj öncesinden gelen Subaru’nun sesi hariç.
Bu organizasyonlarda bölgenin güvenliğini sağlamak ve aracın geldiğini bildirmek amacıyla belli noktalara görevliler yerleştirilir ve bu noktalarda düdük çalarlar. Ama burada istisnai bir durum var. Benim gibi Subaru severler, Subaru geldiğinde düdük çalmazlar ve mavi renk üstünde sarı yıldızların geçişini o çıkardığı büyüleyici sesiyle birlikte bu geçişi izleyip onun tadını ve hazzın doruklarını yaşayıp, suratta şapşalca bir tebessüm bıraktıran bu aracın anısı ile birlikte yarışlardan ayrılıp hayatına devam eder.
Benim için Subaru aslında bir araçtan çok sürmekten ve vakit geçirmekten zevk aldığım, bu anları tutku ile yaşadığım bir parçam diyebilirim. Şimdilerde çoğunlukla fiyat performans açısından mantıklı gelip Subaru alan araç sahipleri için bu duygular çok saçma ve garip gelecek ama benim ve birçok Subaru severin kelimelerle anlatamadığı,kifayetsiz kaldığı bir tutku bu, şu an bu yazıyı yazarken bile aşağı inip arabayı çalıştırıp o Boxer sesini çok duymak istiyorum ama haftaya kadar sabredeceğiz.
Değerli vaktinizi çaldığım için özür diliyor ve bu yazıyı okuduğunuz,zamanınızı ayırdığınız için de ayriyeten çok teşekkürler.
Herkese hayırlı günler ve keyifli sürüşler dilerim.
Bana sürekli sorulan sorulardan biridir bu soru “Neden Subaru?”. Çünkü beni tanıyanlar hiç bir şekilde buna anlam verememekteydiler. “Bir çok kaliteli ve hızlı araçlar kullandın onları istesen ve almak için çabalasan anlayacağız, ama hayatında hiç kullanmadığın ve gerçek anlamda her hangi bir fikrin olamadığı bir arabayı nasıl bu kadar sevebiliyorsun. Subaru aldığında, senin düşündüğün gibi bir araç olacağından nasıl emin olabiliyorsun.” diye sürekli söylerlerdi. Bu durumu ben şöyle açıklıyorum.
Mekaniğini ve diğer araçlardan ayıran bir çok özelliğini paylaştıktan sonra aslında bu marka en hızlısı, en konforlusu, en sesizi değil. Ama onu kullanmaktan ve onunla vakit geçirmekten keyif alacağınız bir araç, arabayı park ettiğinizde arkanıza dönüp baktıran ve gördüğünüzde işte benim arabam dedirten, bir ortamda “Subaru’n mu var!” şaşırma ifadesini - ifadelerini oluşturan bir marka aslında diye özet geçebilirim. Ama hikaye kısmı çok uzun olan anlatımı aşağıda kısaltarak yazmaya çalıştım.
2000 li yıların başında babam otomobil tutkusunu aşılamak için beni, vakti ve yarışlar oldukça Körfez pistine götürür ve 2 yılda bir düzenlenen, Türkiye Autoshow’a götürürdü.
Subaru tutkusu ben de yine 2000’li yıllara dayanmakta. O zamanlar WRC yarışları TRT’de veriliyordu. Yine WRC’nin olduğu bir hafta sonu babam TRT’yi açmış ve beni odamdan Alper çabuk gel yarış var diyerek çağırmıştı. Odaya girdiğimde ilk gördüğüm araba 22B Impreza’ydı. Tabi benim için ise mavi renkli, sarı jantlı ve yanında çıkartmaları olan garip görünümlü sıra dışı bir arabaydı. Hemen arkasından Marlboro çıkartmalı kırmızı beyaz bir Evo 6 geldi ve aynı kendinden önceki Subaru gibi aşağıdan gelip sağa doğru kıvrılan virajı yanlayarak yokuştan yukarı doğru çıktı. Evo biraz daha hızlı geçmişti bana göre ve babama bu arabaların markasını sormuş ve hangisinin daha iyi olduğunu sormuştum. Babam da Subaru ve Mitsubishi demiş “ikisinden birine iyi diyemem ikiside çok iyi demişti.” Bu cevaba karşılık Evo ne kadar gözümde o viraj da hızlı olsada, Subaru beni ilk andan itibaren cezbetmiş ve kendine çekmişti. İşte ilk Subaru sevdası kanıma bu şekilde girdi. Daha sonraları aracı gerçekte de görmeye başlayınca daha da tutkulandım. Bir ara babamla bir sokak ilerimizde olan iş merkezine giderken önünde mavi renkli bir GC8 gördüm ve yanına gidip incemeye başladık. İçini dışını bir güzelce süzdük ve sonrasında ilk defa normal bir arabada gördüğüm delikli disk frenler ve büyük kırmızı kaliperler beni benden almış ve mavi renkli, sarı jantlı Subaru da bu frenler ile çok güzel duruyordu. Babam da bana “ Sahibi frenlerini güçlendirmiş daha kaliteli yaptırmış” dedi. Babama “biz de bu arabadan alabilir miyiz?” diye sorduğumda babam “hayır bekar ve çalışan bir adam olduğunda bu arabayı alabilir ve rahatça kullanabilirsin” demişti. Bu sözden sonra zehir tam olarak kanıma girmiş ve artık hayaller başlamıştı bir an önce büyüyüp işe başlayıp bir Subaru almak.
Bu sevda öyle bir şey ki Autoshow’a gittiğimizde babamla ilk olarak Subaru standına uğradıktan sonra Ferrari, Lamborghini, Maserati ve diğer araçları ziyaret ediyorduk .En son fuardan ayrılırken de tekrardan Subaru’ya uğrayıp orada vakit geçirip ve benim için oranın assolisti STI’a son bir kez daha bakıp ayrılarak geçti ve hep içimde bir gün ama bir gün diye iç çekerek geçirdik.
Bu durum yakın zamanlarda şu şekilde zuhur ediyor. Türkiye ralli şampiyonalarına ya da WRC ‘ye gittiğimizde oradaki bir çok dünya klasmanında bulunan WRC takımlarının araçlarını görünce farklı bir boyutta olduklarını görürüyoruz ama bu durum herkes için aynı değil. Çünkü ne kadar hızlı, teknolojik ve olağanüstü olsalarda uzaktan hepsinin sesi aynı gelmekte ve hepsi birbirine benzer ve ayırt edilmesi zor araçlar. Taki 4-5 viraj öncesinden gelen Subaru’nun sesi hariç.
Bu organizasyonlarda bölgenin güvenliğini sağlamak ve aracın geldiğini bildirmek amacıyla belli noktalara görevliler yerleştirilir ve bu noktalarda düdük çalarlar. Ama burada istisnai bir durum var. Benim gibi Subaru severler, Subaru geldiğinde düdük çalmazlar ve mavi renk üstünde sarı yıldızların geçişini o çıkardığı büyüleyici sesiyle birlikte bu geçişi izleyip onun tadını ve hazzın doruklarını yaşayıp, suratta şapşalca bir tebessüm bıraktıran bu aracın anısı ile birlikte yarışlardan ayrılıp hayatına devam eder.
Benim için Subaru aslında bir araçtan çok sürmekten ve vakit geçirmekten zevk aldığım, bu anları tutku ile yaşadığım bir parçam diyebilirim. Şimdilerde çoğunlukla fiyat performans açısından mantıklı gelip Subaru alan araç sahipleri için bu duygular çok saçma ve garip gelecek ama benim ve birçok Subaru severin kelimelerle anlatamadığı,kifayetsiz kaldığı bir tutku bu, şu an bu yazıyı yazarken bile aşağı inip arabayı çalıştırıp o Boxer sesini çok duymak istiyorum ama haftaya kadar sabredeceğiz.
Değerli vaktinizi çaldığım için özür diliyor ve bu yazıyı okuduğunuz,zamanınızı ayırdığınız için de ayriyeten çok teşekkürler.
Herkese hayırlı günler ve keyifli sürüşler dilerim.